Hayriye hanım ve kızlarıMİRAÇ ZEYNEP Ö.
Şu sıralar memleketin her adımını takip ettiğimiz en gözde ailesi kim desem, ne cevap verirsiniz? Hiç uzatmayayım, iki sezondur çarşamba akşamlarından zaferle çıkan “Yaprak Dökümü”nün Tekin ailesi... Reşat Nuri Güntekin’in 1930’larda yazdığı romanın bu uyarlaması, Türk televizyon tarihinin en başarılı dizilerinden biri oldu. Çarşamba gününün reyting listesinde birinci sırayı bırakmadığı gibi, diziden önce yayımlanan özetiyle ikinci sıranın da müdavimi olmuş durumda.
Anneler Günü münasebetiyle biz de Tekin ailesinin annesi ve kızlarını ziyaret edelim dedik; Beylerbeyi’ndeki köşkün yolunu tuttuk.
Köşkten içeri girince gerçekten de “Yaprak Dökümü”ne girmiş gibi oluyorsunuz. Salon, odalar, mutfak orada bir aile yaşıyormuşçasına düzenli. Telefonun üstündeki örtüden tutun da kanapenin üzerindeki yarım bırakılmış
örgüye kadar. Kahvaltı sofrası hazır, taze ekmekler konmakta... Çünkü aile kahvaltıda buluşacak bu bölüm...
Halil Ergün, Güven Hokna, Gökçe Bahadır ve Fahriye Evcen çekime hazır. Bennu Yıldırımlar’ın oynadığı Fikret evlenip yuvadan ayrıldığı için sahnesi yok, ama ricamızı kırmayıp katılıyor ekibe. Halil Ergün’den izin isteyip Tekin ailesinin hanımlarıyla söyleşiyoruz.
“Babama karşı hislerimi tarif edemiyorum”
Gökçe Bahadır (Leyla)
Leyla’ın en belirgin özellikleri duygusallığı ve kendine güveninin olmaması. Leyla’nın hareketlerinin altı birazcık boş, çok gelgitleri olan bir karakter. Bence daha çok babasına benziyor, zaten ona çok düşkün. Ben de babama çok düşkünümdür. Annemle babamı sevgi anlamında ayıramam ama babama karşı olan tarif edemediğim bir duygu.
Leyla’nın annesine pek düşkünlüğü yok. Leyla kocasıyla mutlu olmadığını söylediğinde annesi “Git, yuvanı kurtar” dedi. O zaman düşünmüştüm anne olsaydım ve kızım bana gelip mutlu değilim deseydi, “Çık gel” derdim, başka bir şey düşünmezdim.
Ben tek çocuğum. Bu senaryoyla da bambaşka bir hayatla tanıştım. Bir geldim abi var, abla var, kardeş var, küçük kardeş var... O yüzden bana çok keyifli geldi.
Sanki Leyla benim hayatımdaki biri gibi olmaya başladı, çok fazla iç içeyim onunla. Bazen bir durumda kalıyorum, Leyla olsa ne yapardı acaba diye düşünüyorum. Rol yaparken ister istemez kaptırıyorum, gözlerim doluyor. Sonuçta gencecik bir kız; hayatımda böyle biri olsa ona çok üzülürüm.
Zamanla sette ekip olarak birbirimizi tanımaya, sevmeye başladık, anlaşmaya başladık ve bir aile gibi olduk. Bu köşke girince evime gelmiş gibi hissediyorum.
Seyirciler sokakta durdurup hırslandıklarını, üzüldüklerini, biz ağlarken ağladıklarını, biz sevinirken sevindiklerini ya da şu aile hiç sevinemeyecek mi diye düşündüklerini söylüyor. Ben bile her şeyini bildiğim halde izlerken sinirleniyor, üzülüyorsam onlar nasıl üzülmesinler?
Anneler Günü'nde babamla birlikte annemi bir yere götürürüz. Zaten öncelikle bir anneanne babaanne ziyareti yapılıyor bizde. Ben özel günleri, sürprizleri, şaşırtmayı çok severim.
“Almanya’daki Türk aileler dizidekine çok benziyor”Fahriye Evcen (Necla)
Ben Almanya’da büyüdüm. Oradaki Türk aile yapıları “Yaprak Dökümü”ndeki aile yapısına çok yakın. Biz de büyük bir aileyiz; üç ablam var. Babam asker gibi bir adamdır. Annem daha yumuşak...
Ali Rıza bey her şeye iyi tarafından baktığı için bazı kötülükleri belki göremiyor, belki de görmek istemiyor. Ağırlığını koyuyor zaman zaman, ama biraz daha sert bir tavırla koysa belki daha farklı olur.
Hayriye anne modeli olarak ne derece doğru bilmiyorum ama çok idareci. Sonuçlara baktığımızda aslında başarısız. İdare ettim sanıyor ama büyük felaketlere yol açabiliyor. “Yaprak Dökümü”nde çocuklardan dolayı yaprak dökümü yaşanıyor ama annenin de bunda payı büyük.
Necla’nın en baskın özelliği, yaşına göre bazen çok olgun davranabilmesi. Mantıklı tarafı daha ağır basıyor, çok duygusal bir kız değil.
Necla çok büyük bir hata yaptı ve kardeşinin kocasıyla kaçtı. Aynı şeyi yaşayan kadınlarla karşılaşıyorum ve diyorlar ki “30 senedir kız kardeşimle görüşmüyorum”. Bu aile Necla’yı affetti, birlikte tekrar o gücü toplayıp normale dönebildiler. İnanıyorum ki, olumlu tarafından bakarak felaketleri hafifletebilirsiniz.
Senaryolar haftada bir geliyor. Her hafta büyük bir heyecanla ne olacak diye bekliyorum.
Annem Almanya’da. Ona şimdilik günü gününe bir hediye veremeyeceğim ama sezon sonunda Almanya’ya gideceğim. Ona en büyük hediyem bu olacak.
“Romandaki Hayriye bugüne uyarlanınca konumu, durumu ve anneliği de değişti”Güven Hokna (Hayriye, Anne)
Senaristlerimiz çok kıvrak ve güzel yazıyor, her aile kendinden bir şey buluyor. Başarının sırrı; senaryo ve doğru gözle çekim tabii. Ama sanatçıların bu uyarlamaya katkıları da hiç yadsınamaz. Bu başarıda tesadüfi hiçbir şey yok. Çalıştığım bütün işler tavan yapmıştır dikkat ederseniz, böyle bir uğur taşıdığıma inanıyorum. İddialı olmak gibi bir sorunum yok, o amatör işidir. Ben yaptığımdan o kadar eminim ki...
Romanın orijinalinde anne karakteri daha zayıf. Günümüze uyarlandığı zaman Hayriye’nin konumu, durumu, anneliği de farklılaştı.
Hayriye yalan da söylüyor, yeri geliyor kocasına cephe de alıyor. Bana göre Hayriye çok da akıllı bir kadın değil.
Her insan hata ve yanlış yapar. Anneler hata yapmaz diye bir kural yok. Ama annenin yaptığı hataya karşı öyle bir özverisi vardır ki; o unutulur, hoşgörülür.
İçimde daha dışarı çıkmamış ne karakterler var. Mesela Cahide Sonku’nun hayatı çok büyük dramlar içerir, onun son günlerini oynamak isterim. Bir ekoldü bana göre, bir daha gelmez.
Biz bir aileyiz ve bir ailede olan her türlü şeyi yaşıyoruz. Hatta bir kez o kadar güzel yazılmış ki senaryo, Ali Rıza'nın gelip Şevket ile ilgili gerçekleri açıkladığı sahneyi oynarken sanki biz oyduk. Bir anda “Biz şu anda rol yapmıyoruz, gerçekten bir aileyiz ve gerçekleri yaşıyoruz” dedim.
İki kere evlenip ayrıldım. Bir kızım, 8 yaşında bir torunum var. Kızım benden hiçbir şeyini saklamaz. Kardeş ve arkadaş gibiyizdir.
Kızım Ankara’da yaşıyor. Şimdi uzağız ama Anneler Günü’nü kutlarız. Kendimi annesi olmayan bütün genç dostların annesi yerine koyuyorum ve onları kucaklıyorum.
“8,5 yaşındaki kızımla çok geniş zamanlara yayılan bir anne-kız ilişkisi kuramadık”Bennu Yıldırımlar (Fikret)
Fikret'in romandaki yoğunluğu bu kadar değildi. “Yaprak Dökümü” 150 sayfalık bir roman, biz her hafta 90 sayfa çekiyoruz. Şehir Tiyatroları'nda sahnelenen “Yaprak Dökümü”nde de Fikret rolünü oynuyorum. 430 küsur oyun oynadık, hep kapı pencere yıkıldı. Bizim toplumumuz bu romanın kahramanlarını çok seviyor.
Fikret çok sabırlı. Bu, bizim toplum için bir meziyet diyebilirim. Aslında inatçı bir kişiliği var.
Toplum olarak çocuklarımızı çok korumacı yetiştiriyoruz. Kendi ayakları üzerinde döküp saçarak da olsa bir şeyleri halleden çocuklarla çok mutlu olamayan insanlar görüyorum ben.
Kızım 8,5 yaşında. Çocukla birlikte dünyanın başka türlü algılanması gerektiğinin farkına varıyorsunuz. Çok geniş zamanlara yayılan bir anne-kız ilişkisi yaşadığımız söylenemez.
Çok özel bir Anneler Günü geleneğimiz yok. Biz anne-baba olarak da yoğun çalışıyoruz ama kızım da yoğun. İleride “Evde annemi babamı beklerdim, canım da çok sıkılırdı” demesin diye onu da boş bırakmadık.
Şehir Tiyatroları'nda Anton Çehov’un “Üç Kızkardeş”inde de oynuyorum. Oyunun sonunda gelip biz sizi “Yaprak Dökümü”nde seyrediyoruz diyebiliyorlar. Televizyon dolayısıyla gelen, sizi sahnede canlı görmek isteyenlerin genelde tepkileri böyle oluyor.