Hülya Gülşen Irmak, Ankara'lı tiyatroseverlerle daha küçük yaşlarındayken tanışıyor olmasına rağmen bizler kendisini TRT yapımı televizyon dizileriyle tanıdık. Uzun dönem yayınlanan bu dizilerle sevdiğimiz Hülya Gülşen Irmak' ın tiyatro serüveninin 79 yılında başladığını düşündüğümüzde, tiyatroya adanan bir ömre tanıklık etmekte olduğumuzu fark ediyoruz. Onca yıl, onca emek, onca güzel anı ve birbirinden güzel rollerle geçen tiyatroyla dolo dolu bir ömür. Söyleşiyi okuduğunuzda, çocuk yaşlarında başlayan bu tutkunun hangi emeklerle meslek haline dönüştüğüne ve sahneye yönelik harcadığı her çabanın nasıl başarıyla sonuçlandığına şahit olacaksınız. Ferhunde Hanımlar dizisinin o sevimli karakteri Müjgan, Bizim Evin Hallerin'de Nemide Hanım'ın küçük kızı İsmet, tiyatro sahnesi ve TV ekranında canlandırdığı sayısız karakterin yaratıcısı Hülya Gülşen Irmak, en az canlandırdığı karakterler kadar sevecen, kıpır kıpır ve sıcacık biri. Sanki daha önceden tanıyormuşsunuz gibi.. gülümsemesi, bakışları öyle içten ki.. Uzun süredir kendisiyle tanışmak ve söyleşmek niyetindeydim çocukluğumun o en sevdiğim ve istisnasiz her bölümünü izlediğim dizisi Ferhunde Hanımlar'ın telaşlı ve candan karakteri Müjgan ile.... Kısmet Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım adlı oyunlarının İstanbul turnesineymiş...
Ben, sizin oyunculuk serüveninize geçmeden önce, bu serüvenin Ankara Devlet Tiyatrosu ile kesiştiği – hatta başladığı diyebiliriz- noktaya dönmek ve oradan Ankara Devlet Tiyatrosu ile ilgili okuyucularımızı biraz aydınlatmak istiyorum. Nasıl bir başlangıçtı ADT bir genç konservatuar mezunu için? O dönem Devlet Tiyatrolarının işleyişi ve yapısı hakkında bilgi verebilir misiniz?
Tiyatro serüvenim resmi olarak 1979 yılında Ankara Devlet Konservatuarı’na girmemle başladı. Tiyatro aslında hayatımda hep vardı, hani çocukluğumdan beri derler ya aynen öyle. İlkokulda, ortaokulda, aile meclislerinde küçük gösteriler yaparak başlayan sahne tutkum hiç sönmedi. 1983 yılında mezun oldum. Benim açımdan okul ve mezuniyet sonrası oldukça şanslı bir dönemdi. Okula ortaokuldan sonra 5 yıl okumak üzere girmiştim. Giriş yaşı 16 olmasına rağmen seviye sınavına tabi tutularak 13 yaşımda okula kabul edildim. İkinci sınıftayken okul Hacettepe Üniversitesine bağlandı. Eğitim süresi dört yıla indi ve lise mezunu olmak gerekiyordu. Okul içinde bir uygulamayla liseyi dışarıdan sınavla bitirerek dört yıl içerisinde lise ve üniversite mezunu oldum, 17 yaşındaydım. O zaman her şey benim için çok yeni ve heyecan vericiydi ve Devlet Tiyatroları’nda yeni bir uygulama söz konusuydu.Bölge tiyatroları açılmaya başlamıştı teker, teker. O güne kadar devlet tiyatrolarına sadece konservatuar mezunları alınırdı. Mezun olduğum yıl yeni uygulamayla Dil-Tarih, İzmir G.S.F mezunları da devlet tiyatrolarına girdiler ve bölgeye gittiler. (Adana – Bursa) Konservatuar mezunları Ankara’da kaldı. Son Ankara’da kalan benim sınıfımdı. O yıldan sonra tüm mezunlar bölge tiyatrolarına gönderildi. Şanslıydım Ankara’da ustaların arasındaydım. Ama bir sorun vardı; yaşım devlet memuriyetine yetmiyordu. Bu nedenle 18’i doldurana kadar figüran kadrosuyla çalıştım.
İlk oyununuz, eminim pek çok oyuncu gibi, sizin için de unutulmaz ve keyifli bir anı olarak belleğinizde yer etmiştir. Kimlerle paylaştınız sahneyi? Ve sanıyorum çeyrek asırdır bu kurumun oyuncususunuz. Bunun gururu ve mutluluğu yanında, elbette sizin de yaşadığınız sıkıntılar ve keşkeleriniz vardır. Bunları da okuyucularımızla paylaşmanızı istesem...
İlk oyunum Dinçer Sümer’in yazıp yönettiği” Karacaoğlan” . Rolüm, köyün kadınları, sözüm yok sadece türkü söylüyoruz. Ama sahnede kimler var kimler; Ayberk Çölok, Alpay İzbırak, Kazım Akşar, Tamer Levent, Nesrin Kazankaya. Ve turneler… Karacaoğlan oyunuyla birçok turne yaptık. Ardından ilk rol…”Bozkır Güzellemesi” (Nezihe Araz) yönetmen Kenan Işık “Cimcime” oynuyorum köyün deli kızı. Çarpıcı bir rol, kendimi ispatlamak için bir fırsat. Sahnede olmanın mutluluğu, heyecan, istek, ustalar, gençlik…her şey fırtına gibiydi bende yelken açmış gidiyordum. Ardından roller roller… Her seferinde yeni bir hayat, yeni bir insan ve yaratmanın sıkıntıları, başarmanın mutluluğu. Bölge tiyatroları çoğalıyor, mezunlar bölgelere dağılıyordu. Dolu dolu tiyatroyu yaşıyordum Ankara’da, İstanbul’a gitmek aklımın ucundan bile geçmiyordu, istediğim her şey vardı Ankara’da. Birde TRT girmişti hayatıma, televizyon… zaten özel kanal yoktu ki. Dublaj yapıyordum filmlerde, tv dizilerinde, çizgi filmlerde. Çok zevkli bir işti, ek parada kazanıyordum. Ve… ilk tv dizim “Ah Ana Hanım Ana” köyün deli kızı Sebile.Tiyatroda oynadığım ”Cimcime” rolü sebep olmuştu bu rolü oynamama. Partnerim gerçek bir usta, Beyhan Saran, neler öğrendim neler oyunculuk adına Beyhan ablamdan.
Gerçektende pek az oyuncuya nasip olan, son derece doyurucu bir tecrübe yatıyor geçmişinizde... Peki objektif bir değerlendirmeyle Ankara Devlet Tiyatrosu’nun dününü, bugününü ve nerdeys 25 yıldır kurumla birlikte büyüyen bir kişi olarak orda yaşananları, kat edilen yolları, yapılabilenlerin yanında yapılamayanları ve yapılmasını arzuladıklarınızı sıralayabilir misiniz? Ve bunun yanı sıra genel olarak Devlet Tiyatroları’nın en temel problemi olarak saptadığınız şeyler var mı diye sormak istiyorum.
Ben dediğim gibi şanslıydım, ama bölgeye giden pek çok yeni mezun vardı. Bölgeye gidenler yavaş yavaş dönüyordu, ama yıpranmış ve mutsuzdular. Zor şartlarda çalışıyorlardı yalnızdılar; çünkü hepsi yeni mezun ve tecübesizdi bölgelerde onlara yol gösterecek ustalar yoktu.Seyirci tiyatroya alışık değildi sayıca az oldukları için daha çok çalışmaları gerekiyordu üstelik maaşlar malum ek para kazanma şansıda yok birde gurbette olunca…O yıldan bu yıla çok şey değişmiş düşünüyorum da. Şimdi bölgede kadro alabilmek için yarışan yüzlerce mezun işsiz genç var umutları, hevesleri kırılmak üzere. Bazı şeylerde değişmedi İstanbul’da hala yetersiz sayıda DT sahnesi var; oyuncu kadrosuysa oldukça şişkin sahne sayısıyla karşılaştırınca.Tiyatroda geçen yıllarım boyunca birçok kez yönetim değişti.Yönetim değişiklikleri genellikle duraklatıcı dönemler oldu, her gelen kendi sistemini kurmaya çalıştı. Bu arada olan tiyatroya oluyordu. Tatsız olaylar yaşandı “perde operasyonu” gibi. Bu yasayla gelişen büyüyen yayılan tiyatroyu idare etmek oldukça zor. Yasa değişmediği sürece hiçbir idarenin başarılı olacağına inanmıyorum. Yeni salonlar ve kadrolara ihtiyaç var. Bunlar Bakanlıklarla ilgili problemler.
Devlet Tiyatroları’nın yönetim kadrosunda yer alan bir yönetici olsaydınız, bu kurumun geleceği ve esenliği için ileriye dönük ne tür bir proje tasarlardınız; öncelikleriniz neler olurdu?
Tiyatromuzu sadece yurtiçinde değil yurtdışında da daha faal hale getirmek, bölgelerde de özendirici olmak gerektiğini düşünüyorum. Bölgede çalışanları özellikle yurtdışında festivallere hazırlayarak motivasyon sağlanabilir, bunlar öylesine birbirine bağlı iç içe geçmiş çözülemeyen sorunlar ki; bunun düzene girmesi için tek ve en büyük şart yasa değişikliği. ”Yönetici olsaydınız diye soruyorsunuz”, iyiki değilim…Çünkü yöneticilerin de eli kolu bağlı bu yasayla.
Çok kısa bir süre önce Haldun Taner’in Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım adlı oyunuyla İstanbul’daydınız. İstanbul’u Ankara’yla kıyaslarsak gözlemleyebildiğiniz farklılıklar, saptadıklarınız nelerdi? Neler hissettiniz İstanbul’da? Özellikle Ankara seyircisinin çok daha kaliteli bir tiyatro sever olduğu söylenir. Oyunlara katılım sezon boyu çizgisini yüksek bir düzeyde korur, seyirci beğenmediği oyunu izlemez, tepkisini de gösterirmiş. Siz seyirciyle sayısız oyunda buluşmuş bir Ankaralı oyuncu olarak neler söyleyebilirsiniz bu konuda?
İstanbul seyircisi ve Ankara seyircisi gerçekten farklı.İstanbul da ilk gece Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım’ la seyirci bizi şaşırttı ve şımarttı. Bol bol alkış ve reaksiyon aldık. Bir başka geceyse tam tersi. Komedi oynarken reaksiyon alamamak oldukça üzücüdür. Ankara’da gerçekten tiyatro sever, tiyatroya gitmeyi alışkanlık haline getirmiştir.
Ankara gibi, bu işlerin merkezinden, özel televizyonlardan, dizi furyasından, yapım şirketlerinin çoğundan uzak bir şehirde pek fazla seçeneğiniz ve seçme şansınız olmadığı düşüncesine kapılıyor musunuz zaman zaman?
Ankara’da olmak bazı şeyleri kabul etmek anlamına geliyor. Gerçekten alternatif ya da seçme şansı yok. Bu yüzden varolan işin en iyisini yapmak arzusu var.
Biraz da sizin sürecinize dönelim. Eminim sayısını siz bile bilmiyorsunuzdur rol aldığınız oyunların... Elliden fazla olduğunu tahmin ediyorum. Bu en azından bir o kadar karakter, tip demek. Meslek hayatınızın dönüm noktası olduğuna inandığınız bir proje var mı? Ve sizi en çok zorlayan, yoran bir karakterin varlığından söz edebilir miyiz bugüne kadar oynadığınız roller arasında?
Hepsini saymadım ama 50’ye yakın karakter oynadım. Doğru 95 yılında oynadığım ”Çın Sabahta Balkıyan Ne” adlı oyundaki “güneşi” karakteri beni gerçekten zorlamıştı. Oyun en yüksek noktadan başlayıp gittikçe dinginleşen bir oyundu. İki kişilikti. Oda Tiyatrosunda oynadık.Nezihe Meriç’in bu oyunu benim için sınav gibiydi. Rolün zorluğu başta beni korkutmuştu ama 150 oyun oynadık ve hepsinden de büyük bir zevk aldım.
Peki oyunculuğa başlarken örnek aldığınız isimler oldu mu? Kılavuzunuz olarak kabul ettiğiniz oyuncuları ve yönetmenleri sıralayabilir misiniz? Ve şu an sizi etkileyen, beğeniyle izlediğiniz, yaptıklarını takdir ettiğiniz tiyatro sanatçıları kimler?
O kadar iyi oyuncularımız var ki; hepsinin ismini yazmaya kalksam bir hayli yer kaplar. Ama ilk idolüm “Işık Yenersu”idi. Şimdi Sumru Yavrucuk’u çok beğeniyorum ve takdir ediyorum. Kendisi aynı zamanda dönem arkadaşımdır. Karakteri de oyunculuğu da mükemmeldir. 2.oyunumda Kenan Işık’la çalışmıştım.(Bozkır Güzellemesi) yıllar sonra “Matmazel Helsinka” diye başka bir oyunda da çalıştık. Kenan Işık’la çalışmak çok keyifliydi. Ergin Orbey, Şakir Gürzumar, Serhat Nalbantoğlu, Mustafa Avkıran, Murat Karasu birlikte çalışmaktan zevk aldığım yönetmenler.
Sizce iyi bir oyuncu musunuz? Kendinizi nasıl tanımlayabilirsiniz? Bu soruyu tiyatro dışında televizyonda da oldukça başarılı işlerde yer almış ve deneyim kazanmış bir oyuncu olduğunuzu düşünerek soruyorum; ikisini de kıyaslayarak yanıtlamanızı rica edebilir miyim.
İyi bir oyuncu muyum; …kötü bir oyuncu değilim. Ama katedilmesi gereken öyle uzun bir yol ki oyunculuk, daha iyinin, daha iyisi, onun da daha iyisi var diye düşünüyorum hep. Bir karakteri yaratırken esas aldığım en önemli nokta doğru yorumlamaktır. Tiyatro ve televizyon hayatıma aynı anda girdi. 20 yıldır ekrandayım. TV dizileri, çocuk programları ve Arkası Yarınlar…İkisi birbirini destekleyen ama teknik anlamda çok farklı işler. TV dünyasında yarattığım dört karakter var hepsini de çok seviyorum. Ah Ana Hanım Ana’da “Sebile”, Ferhunde Hanımlar’da “Müjgan”, Havada Bulut’da “Katina”, Bizim Evin Halleri’nde “İsmet”.
Oynamak istediğiniz bir karakter var mı? Bu olmadı, içime sinmedi dediğiniz bir rol ya da 24 yıllık geçmişinizde oynamak istemediğiniz halde oynamak zorunda olduğunuz bir rol oldu mu diye de hep merak eder, sorarım?
Beni heyecanlandıran her rolü oynamak isterim.”Lady Macbeth” en çok oynamayı istediğim karakterdir (Doğru kast olmamasına rağmen Lady Macbeth oynamayı isterdim.) Tabi ki sevmediğim roller ve oyunlar oldu. Ama her şeyin bir sonu var diyip bitmesini bekledim. Şanslıydım bu konuda, benim sevmediğim oyunları seyirci de sevmediği için bu oyunlar fazla uzamadan bitti.
Kendinizi sahne üstünde mi, televizyon ekranında mı yoksa beyaz perdede mi görmek size daha çok keyif verir?
Kendimi beyaz perde de hiç görmedim.Çok isterdim tabi ki. Hatta hayal ettiğim çok olmuştur. Umarım bu hayalim gerçekleşir.
‘’Benim terapiste ihtiyacım yok, çünkü mesleğim terapi gibi…’’ demişsiniz bir söyleşinizde. Oynarken istisnasız mutlu musunuz ve hayatta, yani oynamıyorken…
İnsanın sevdiği işi yapmasından daha mutlu edici bir şey olamaz. Hayatla barışık biriyim. İnsanları severim ve anlaşmaya hazır biriyim. Hem işimde hem özel hayatımda insanları motive etmeyi severim. Birçok arkadaşım pozitif enerjimden etkilendiğini söyler.
Son dönemde yer aldığınız ama pek bilinmeyen projeler var mı içinde yer aldığınız? Bunları okuyucularımızla paylaşmanızı isteyebilir miyim?
Şu anda yeni bir proje yok. Çok uzun bir süredir devam eden dizimiz bitti. ”Bizim Evin Halleri” yani. Bitmesi hem iyi hem kötü. 6 yıl boyunca oynadığım karakterden ayrılmak çok üzücü. Bir yandan da yenilik her zaman iyidir.
Bunca sahne deneyimi, binlerce bölümlük set, yani TV ekranı deneyimi... Böyle bir geçmişin ardından bulunduğunuz noktayı şöyle bir değerlendirmenizi istesem ve son olarak sizinle böyle bir röportajı 20 yıl sonra yapıyor olsak, bulunduğunuz noktada televizyon ve tiyatronun yanı sıra neler sohbetimize konu olurdu, nelerin konu olmasını isterdiniz diye sormak istiyorum. Böylece hedefleriniz, ideallerinizi öğrenme amacındayım. İleriye dönük olarak mutlaka yapmak istediğiniz şeyler var mı? Gelecekten bir sanatçı olarak beklentiniz nedir?
Şu anda tatildeyim 1 ay hiçbir şey düşünmeden yaşayıp enerji toplamak istiyorum. Yaşadığım tempo o kadar hızlı ve yorucu ki... çekimler, turneler, oyunlar, kızım, özel hayatım hepsini bir arada yürütmek oldukça zor. Kimi zaman hepsine koştururken her şeyi yarım yaptığım korkusuna kapılırım. Bu yarım kalmışlık vicdan azabına dönüşür kimi zaman.
Bugüne kadar pişmanlık duyacağım bir iş yapmadım. İstanbul’da yaşasaydım belki farklı bir hayatım olacaktı. Ama şimdi burada Ankara’dayım işimi zevk alarak yapıyorum Tiyatroyu seviyorum ve Ankara’da sahnede olmak çok güzel. Etrafımda tiyatroya tutkun okulundan mezun olmuş ve işsiz o kadar çok genç var ki onlarla çalışmak isterim. Her yeni oyunda her yeni projede hissettiğim heyecan yok olmasın isterim. Hayatımın sonuna kadar sahnede olmak isterim.
“Yaşam benim için küçük bir mum değil. O elimde tuttuğum muhteşem bir meşale gibi ve onu gelecek nesillere geçirmeden önce olabildiğince çok ışık saçmasını istiyorum.” George Bernard Shaw
28.08.2007/GÜLAY ÇITAK SÖYLEŞİLERİ